Gizli Öğreti’nin tek tanrılı dinlerden ayrıldığı en önemli konu, evrenin yaratılmasında her şeyi doğrudan kendisi yapan bir tanrı kavramının olmayışıdır. Batı dinlerindeki kişiselleştirilmiş ve insansı niteliklerle donatılmış Tanrı, kendisinden başka şeyleri “yaratır” ama yine en yüce kutsal güç olan Mutlak Bir, doğrudan kendisi yaratmaz.
Gizli Öğreti’de fiziksel evren yaratılmaz, ortaya çıkarılır. “Yoktan var etmek” ya da “yaratmak” sözcüklerini kullanmak mümkün değildir. Yoktan var etme kavramı, gerek Batı ve gerekse Doğu inanışlarında “görünmeyen şeyleri görünür hâle getirmek” ya da “zaten var olan şeylerin niteliğini değiştirmek” olarak algılanmalıdır. Çünkü, Mutlak Bir, görünmez ve görünür her şeyi kapsar ve hiçbir zaman kendisinden başka bir şey yoktur. Yaratılış ya da var etme, Mutlak Bir’in pasif döneminde kendisinde saklı olan bilinç ve maddenin aktif döneminde bir evren olarak ortaya çıkarılmasıdır.
İkinci farklılık, Gizli Öğreti’deki ruhsal hiyerarşinin asla bireysel, insansı karakterler taşımadığıdır.
Ruhsal hiyerarşi, Evrensel Aklın eyleme geçme araçlarıdır. Ruhsal hiyerarşideki yapılanmada, her grup diğerinden ayrıdır; eylem özgürlükleri ve sorumlulukları belirli kısıtlamalara tâbidir. Her grup kendisinin bir üst sınıfına bağlıdır ve kendisi de alt gruplardan oluşur.
Hiyerarşideki her grup tek yüce enerjinin aktif görünüşüdür. Bunlar, evreni tasarlayan, şekillendiren ve inşa edenlerdir ve tek yasayı, Mutlak Bir’den kaynaklanan doğa yasasını uygularlar.
Kozmik Tasarım (Logos) evrenin tasarımını önceden vermekte ama oluşturulacak evrenin bir taşına bile kendisi dokunmamaktadır. Evrenin oluşturulması tamamen, akıllı ruhsal güç ve kuvvetlerin işidir. Burada da, tek bir yaratıcı değil, ruhsal varlıkların ve güçlerin oluşturduğu bir grup söz konusudur. Bu varlıkların her biri, ya bir önceki evrensel döngüde ya da içinde bulunduğumuz evrensel döngüde mükemmelliğe ulaşmış olan insanlardır.
Yaratıcı gücün sayısız askerlerden oluşan bir orduya benzemesi ve Hindularda olduğu gibi bunların her birinden Tanrı olarak söz edilmesi, Doğu felsefesinde tek ve üstün bir tanrının inkâr edildiği anlamına gelmemelidir. Tek ve üstün tanrı anlamında kullanılan Mutlak Bir’le yaratıcı güç olarak görev yapan melekler arasındaki fark; Mutlak Varlığın bir anlamda “yaratıcıları yaratan”, başmeleklerin ise “yaratılan yaratıcılar” olmalarıdır.
Mutlak Bir, sonsuzdur ve şekillendirilmemiştir. Yaratamaz; çünkü sonlu ve şekillendirilmişlerle ilişkisi olamaz. Eğer güneşlerden ve gezegenlerden bir bitkinin yaprağına ve bir toz tanesine kadar gördüğümüz her şey mutlak bir mükemmeliyetlik tarafından yaratılmış olsaydı, yaratılan her şey de yaratıcısı gibi mükemmel olurdu. Oysa doğada milyonlar ve milyarlarca kusurlu ve eksik şeyler bulunması; bunların, adları ne olursa olsun, ister başmelek isterse melek, mükemmel olmayan yaratıcılar tarafından yaratıldıklarının kanıtıdır.
Yaratıcı güçlerin hiyerarşisi, 12 burç işaretiyle temsil edilen 12 Yüce Makam’ın altında, yedi gezegenle bağlantılı yedili ruhsal yapılardır. Bunların tümü, sayısız ölçüde ruhsal ve eterik varlık gruplarına bölünmüşlerdir.
Evrende sayısız ölçüde “Yazıcı’lar-Lipika”, Gezegensel Ruhlar, Yapı Ustaları ve Mimarlar vardır. Gizli Öğreti, Yazıcılar konusunda sadece, görevlerinin; Astral Işık da denilen “ebediyetin resim galerisi”ne; evrendeki her eylemin, hatta her düşüncenin; geçmişte ve şimdi olan ve gelecekte olacak her şeyin kaydını yapmak olduğunu ve bu konuda fazla bilgi verilemeyeceğini belirtmektedi
(Levh-i Mahfuz?)
Yazıcı’lar, aynı zamanda karma yasasının kayıtlarını tutmak ve maddeyle Logos arasında geçilmesi imkansız bir bariyer olan ve Madam Blavatsky tarafından “Bizimle ol” olarak adlandırılan çemberi oluşturmak ve korumakla görevlidirler. Fiziksel evrenin çözünerek son bulacağı, yeniden Logos’a ve kaynağı olan Mutlak Bir’e döneceği zamana kadar bu çember; Yazıcı’lar hariç hiçbir varlık tarafından geçilemez. Blavatsky’nin “bizimle ol” olarak ifade ettiği geri dönüş zamanı, birçok dinde “Hüküm Günü” ya da “Kıyamet Günü” olarak adlandırılır. İnsanlık için, ileride anlatılacak karma yasasına göre, bir yanılsama olarak nitelendiren fiziksel evrenle ilgili duygu, arzu ve kötülüklerden arınmadıkça, evrensel ruhla birleşilemeyeceği anlamında da değerlendirilebilir.
Evren, “Yapı ustaları” ve “Mimarlar” dan oluşan hiyerarşik varlıklar tarafından yaratılmış, daha doğrusu evrimleştirilmiştir. Yapı Ustaları eşyaya form verenlerdir. Aynı sözcük, hem Evrenin ve hem de bizim Dünya Zinciri gibi küçük gök cisimlerinin yapı ustaları için eşitlikle kullanılır.
Yapı Ustaları sınıfı Yunancadan gelen Kosmokratores olarak da adlandırılır. Evrensel Tasarıma uygun olarak maddeye şekil verirler. Masonlar tarafından “Evrenin Ulu Mimarı” olarak adlandırılan Yapı Ustaları, İncil’de kötü güç olarak değerlendirilse de teosofide güneş sistemimizi ve fiziksel dünyamızı inşa edenlerden bir üst düzeyde olan Lord’lardır.
Yapı Ustaları üç gruba ayrılır: Birincisi; Mutlak Varlığın uyanmasından hemen sonra evreni yeniden inşa eden, ikincisi Dünya Zincirini inşa eden ve üçüncüsü de insanlığın atası olan gruptur.
Yapı Ustaları’nı ifade eden kavramlar eski çağlardan bu yana, çeşitli dinlerce de kullanılmıştır. Osiris, Brahma, Elohim, Hürmüz vs. gibi.
Yapı Ustaları’na, aynı zamanda “Gezegensel Ruhlar”da denilir. Gezegensel Ruhlar, esas olarak herhangi bir gezegeni yöneten ve hükümranlık eden ruhlardır. En üst düzey gezegensel ruhlar, aslında o gezegenin kişiselleştirilmiş “Tanrı”larıdır; ama sadece o gezegen için, tüm evren için değil.
..
..
..
..
..
..
..
6. ve 7. Grup: Altıncı ve Yedinci grup ruhsal varlıklar en alt düzey varlıklardır. Elemental ya da İlkeller olarak adlandırılırlar. Özellikle altıncı grup varlıklar, insan bedeninden neredeyse hiç ayrılamazlar. Bunlardan bir sınıf; insanın yedi unsurundan, fiziksel beden dışında kalan altısını taşırlar.
..
..
..
..
..
..
6. ve 7. Grup: Altıncı ve Yedinci grup ruhsal varlıklar en alt düzey varlıklardır. Elemental ya da İlkeller olarak adlandırılırlar. Özellikle altıncı grup varlıklar, insan bedeninden neredeyse hiç ayrılamazlar. Bunlardan bir sınıf; insanın yedi unsurundan, fiziksel beden dışında kalan altısını taşırlar.
İlkel ruhsal varlıkların, hatalı olarak; genellikle insan görünüşlü, iletişim kurulmasında fayda görülen doğa ruhları oldukları düşünülür. Oysa İlkeller, akılları, duygusal karakter ve eğilimleri olmayan ama insan düşüncesi tarafından yönlendirilebilen ve herhangi bir formda, belirli bir dereceye kadar akıl kazanan varlıklardır. En basit formlarında kolaylıkla görülemeyecek kadar şeffaftırlar; havada yüzer gibi dolaşır ve arkalarında sıcak bir sobanın üzerindeki hava gibi titreşim bırakırlar.
Hareketleri insan düşüncesinin yanında; varlıklar arasındaki farklı titreşimler, manyetik alandaki değişmeler, ayın ve yılın etkileri ve ses değişimlerinden de etkilenir. Her düşünce, hemen bir İlkel’le birleşir ve artık insanın inisiyatifinden çıkar. Hareketsiz ve akılsız enerji insanın düşüncesiyle harekete geçirilir ve bir anlamda, her düşünce bir ilkel varlık “yaratır”. Süresi iki şeye bağlıdır: Kişinin istek ve düşüncesinin gücüne ve o düşünceyle birleşen ilkel varlığın ait olduğu sınıfa.
Teosofide İlkel Varlıklar olarak adlandırılan bu varlıklar, Batı kültür ve mitolojisinde cinler, periler, doğa ruhları vs. gibi adlarla tanınırlar.
Düşüncelerimiz, iyi ya da kötü olsunlar; bu ilkel varlıklar yardımıyla bir yerden bir başka yere taşınırlar. Bazıları, bir bedene bağlı olsun ya da olmasın, astral boyuttaki kalıntılara da bağlanabilirler.
İlkeller, her şeyle ilgilidirler ve Doğa’nın sinir sistemi gibidirler. Teosofide kullanılan Doğa sözcüğü, sadece etrafımızda gördüğümüz ağaçlar, tarlalar, nehirler ve bunun gibi fiziksel doğayı değil; görünmeyen unsurları da içerir. Teosofide daha geniş kapsamlı olarak kullanılan Doğa, panteizmdeki yanlış anlamaya yol açar. Asıl panteizm, fiziksel doğaya tapmak değil; evrenin ve içindeki her şeyin tek ve ilahî bir bütünlük olduğunun kabulüdür. Esasen Yunancada “Pan-Theos” sözcüğü de “İlahî Bütünlük”, “Her Şeyin Kutsallığı” anlamlarındadır.
Düşünce, arzu ve hayâl etme, varoluşun en önemli gücüdür; sadece metafizik olarak değil, aynı zamanda günlük fiziksel düzeyde de. İncil, “İnsan düşündüğüdür.23:7”; Buddha da “Bizler dünyayı düşüncelerimizle yaratırız.” der. İnsanın her düşüncesi –her sözcüğü ve her hareketi dahil-, Teosofinin Astral Işık dediği; dünyamızı saran atmosfere yazılır. Astral Işığa bir kez yazılınca, orada kalır ve şimdiden geleceğe kadar birilerinin bilinçli ya da bilinçsizce onu almasına yol açar. Bu, sürekli olan bir şeydir ve Astral Işığın insanlar üzerinde etkisi çok büyüktür. Eğer buna inanırsak, Astral Işığı kötü düşüncelerle doldurmanın da ne kadar tehlikeli olduğunu anlarız.
Elemental denilen ilkel varlıklar, “ilkellerin dünyası” olan astral boyutla, insanların karmasının ilişkisini sağlarlar. Astral ışık, insanların tüm düşüncelerini, arzu ve hareketlerini sadece kayıt etmekle kalmaz, aynı zamanda gerisin geriye, tüm insanlığa yansıtır. Bir bakıma, astral ışık bir fotoğrafçıya benzer ama çektiği fotoğraf ikilidir; birinde fiziksel davranışların resmi, diğerinde onu doğuran düşüncenin resmi vardır.
Düşüncelerimizin bu kadar ciddi sonuçlar doğurabilmesine rağmen, gizli tutulan bazı sınıfları haricinde ilkellerle doğrudan iletişim sağlayamayız. Çünkü onlar kişisel ya da bağımsız akıllı varlık değillerdir; sadece otomatik olarak, insan düşüncelerini körü körüne yansıtan enerji merkezleridir.
Onlarla ses ve renklerin titreşimleri vasıtasıyla iletişim kurulabilir ama bunun sadece birkaç bilge tarafından bilinen yöntemleri, insanlığın kendi emniyeti için gizli tutulmaktadır.
.
Gizli Öğreti, evrende ayrıcalıklı hiçbir varlık bulunmadığını ifade eder; hem ruhsal ve hem de fiziksel olarak. “Koruyucu melekler” de yoktur. Bireysel hiçbir ruhsal varlığın kendisine ait insansı nitelikleri yoktur; çünkü çağlar önce insana ait niteliklerden sıyrılabildikleri için ruhsal varlıklar olmuşlardır. Bu bakımdan, hiçbirisi, “Şu kişi sıkıntıda, yardım edeyim.” ya da “Bu kişi bir meleğin kendisine yardım etmesi için dua ediyor; dualarına karşılık vereyim ve istediğini vereyim.” diye düşünemez.
Bizi kollayıp koruyan, bireysel karma’mızın izin verdiği ölçüde kendi Yüksek Benliğimizdir.
Madam Blavatsky’nin Gizli Öğreti’sinde dikkati çeken noktalardan biri, tek tanrılı dinlerdeki başmelekler gibi kişiselleştirilmeyen r.
..
..
..
..
..
..
Ruhsal varlıkların belirli güç ve kuvvet grupları olarak değerlendirilmesi ve bu yüzden, “Cebrail, İsrafil…” gibi özel adlar verilmemesidir. İkinci nokta da, kötülüğü sembolize eden Şeytan gibi bağımsız bir meleğin söz konusu edilmediğidir.
..
..
..
..
..
..
Ruhsal varlıkların belirli güç ve kuvvet grupları olarak değerlendirilmesi ve bu yüzden, “Cebrail, İsrafil…” gibi özel adlar verilmemesidir. İkinci nokta da, kötülüğü sembolize eden Şeytan gibi bağımsız bir meleğin söz konusu edilmediğidir.
“Demon est Deus Invertus “
Tam çevirisi olmasa da, bu eski ve sembolik cümlenin anlatmaya çalıştığı şudur: Şeytan, Tanrı’nın tersten görünüşüdür. Bir cismin, aynadaki ters aksi gibi.
Gizli Öğreti, doğadaki olguların eşitliği ve dengesi için karşıt bir güç olması gerektiğini savunur. Gölgenin ışığı daha da parlak gösterdiği, gecenin gündüzü daha da rahatlatıcı yaptığı, soğuğun insanların sıcaktan daha çok zevk almalarını sağladığı gibi. Şeytan yoktur. Homojenlik tektir ve bölünemez. Ama eğer homojen Mutlak Bir, ikili yönüyle aynı zamanda heterojen olarak da düşünülürse, kendisinin içinde hem iyilik ve hem de kötülük bulunduruyor demektir. Eğer Tanrı; mutlak, sınırsız, doğadaki ve evrendeki her şeyin kökeni ise, kötülük ya da Şeytan nereden gelecektir?
O zaman, ya iyilik ve kötülüğün aynı kaynaktan geldiğini ya da tersi, iyi ve kötü olarak iki ayrı Mutlak Bir olduğunu kabul etmemiz gerekecektir.
Başlangıçta iyi ve kötünün birbirlerinin ikizi olduğu düşünülüyordu. Soyut kavramlar olan iyi ve kötü en doğal ve periyodik kozmik olgularla ilişkilendirildi. Gündüz ve gece, Güneş ve Ay. Daha sonra Güneş ve Ay birbirlerine karşıt ilahî varlıklar olarak değerlendirildi ve Karanlığın Ejderhasının Işığın Ejderhasıyla savaştığı söylendi.
Şeytan’ın insanlar tarafından “yaşayan kişisel bir tanrı” olarak yaratılması; zulüm, adaletsizlik ve kötülükler için bir günah keçisi bulma amacıyladır.
İyi ve kötünün ayrılması, Osiris ve Typhon’a, Hürmüz ve Ehriman’a, Habil ve Kabil’e ve karşıtlık taşıyan her şeye uzandı. Gerçekte Şeytan, doğadaki karşıt bir güç; tepki, zıtlık ve çelişkidir ve bazıları için iyi, bazıları için kötüdür. Eğer Şeytan kaybolursa, iyilik de onunla birlikte yok olacaktır.
Kötülük ve farklı yönleri Madde’nin otomatik ürünü ve sonucudur. Kötülük “mükemmel olmamak”tır, çünkü mükemmel olmak sadece saf ruha aittir.
..
..
..
..
..
..
..
..
..
..
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder