Güneşten, küçük bir böceğe kadar evrendeki her şeyin doğumu, büyümesi ve ölümü yasası tektir. Her yeni varoluşta mükemmelliğe doğru gidişi sağlar ama öz-madde ve kuvvetlerin hepsi de bir ve aynıdır.
Gezegen Zincirlerinin de “gece” ve “gündüzleri” vardır; yaşam süreleri ve ölümleri. Gökyüzünde Dünya’daki insanlar gibi davranırlar: Benzerlerini üretir, yaşlanır ve bireysel olarak yok olurlar ama ruhsal unsurları soylarında yaşamaya devam eder.
Her gezegen zinciri kendisinden önceki bir başka zincirin soyu ve yaratımı, yeniden doğuşudur.
Dünya gezegeni de yedi aşamalı bir evrim süresine sahiptir. Yedi küreden oluşan Dünya Zincirindeki gezegen, Dünya; yedi aşamalı evrim sürecinde prototip boyutundaki birinci, yaratıcı boyutundaki ikinci ve geçiş boyutundaki üçüncü boyutunu tamamlayıp geride bırakarak fiziksel boyut olan dördüncü boyutuna gelmiştir. Bu aşamada, mineral ve bitki aşamaları geçilmiş, insanlık aşamasına gelinmiştir.
Dünya, kendisinden önce dördüncü boyutunu tamamlamış olan ve çözünmeye başlayan bir gezegenden aktarılacak yaşam ve enerjiyi beklemektedir.
Güneşe bağımlı gezegenlerden birisi olarak, dördüncü boyutun birinci döneminde olan Dünya, bu boyutta oluşturması gereken insanları oluşturmak üzere Güneş’ten, bir başka gezegende evrimini tamamlayıp da çekilmiş ve uzayın nötr bir bölgesinde zamanlarının gelmesini bekleyen ruhları ve enerjileri göndermesini ister.
“Parlak Yüz’ün Lordu” diye yakarır Dünya; “Benim evim boş. Bu gezegene de yedi kutsal kıvılcımını gönder. Bilgeliğin Lorduna o yedi oğlunu göndermiştin. O sana benden yedi kat daha yakın ve seni yedi kat daha fazla hissediyor. Ama küçük gezegenlerine senin ışığını ve sıcaklığını yasakladın. Bana oğullarını şimdi gönder. Dzyan Dizeleri II.2”
“Parlak Yüz”, Güneş; “Bilgeliğin Lordu” da Merkür gezegenidir. Çünkü Merkür, Güneşe daha yakın olduğundan Dünya’dan yedi kat fazla ışık ve ısı almaktadır.
Evrenin Kökeni bölümünde; anlatılan ruhsal varlıkların bireysel birer varlık olmadıklarının, sadece enerji ve güç grupları olduklarının vurgulanmasına rağmen; İnsanın Kökeni bölümünde belirtilen ruhsal varlıkların bireyselleştirildiklerini görüyoruz. Gezegenlerin yönetimiyle görevli gezegen ruhları olan “Gözcü”lerden, “Lordlar” olarak bahsedilmekte ve Lordlar başta olmak üzere her gezegendeki ruhsal varlıklar tüm ruhsal varlık hiyerarşisini kapsamaktadır.
Güneş, fiziksel evrende olmasına rağmen güneş sistemimiz içinde Mutlak Bir’den ilk açığa çıkan Logosu temsil eder. Görünen evrenle görünmeyen arasında bir halka oluşturur. Dünyaların oluşturulmasında kozmik nedenler ve emirler sağlar.
Güneşin Logos özelliği yedi ayrı kıvılcımdan oluşan bir alt gruba dağılır ve bu yedi alt-logosun her biri yedi kutsal gezegenin birinden sorumlu “Gözcü”leri oluşturur. Güneşin logosu doğrudan Mutlak Bir’den çıktığı için, kendisinden yayılan Gözcülerden daha üstündür.
Gizli Öğreti’nin yorumlarından birinde, bu yedi Lord için; “Yedi yüce varlık, Dünya’yı yedi ruhsal varlığa yarattırdı” ifadesi vardır. Demek ki, yedi kutsal gezegeni yöneten Gözcü’ler, sadece yaratılışı gözlemlemiş ve denetlemişler; doğrudan yaratmamışlardır.
Yedi gezegenin üzerinde bir konuma sahip olan Güneş’in bir yandan da o yedi gezegenden birisi olarak sayılması yedinci gezegenin bilinmemesinden kaynaklanmamaktadır. Ezoterik düşünce, bu yedincinin Vulcan olduğunu ima etse de, bunun yerine Güneş’i kullanmaktadır. Kutsal yedi gezegen arasında Uranüs ve Neptün’den söz edilmemesi de dikkat çekicidir.
Blavatsky’nin Gizli Öğreti’sinde, bu iki gezegenin kutsal yedi gezegen arasında sayılmamasının nedenleri teknik olarak açıklanmamıştır. Blavatsky’nin gerekçesi, Dünya’nın dâhil olduğu gezegenler sisteminde Logos’un temsilcisi olan sadece yedi “Gözcü” ya da “Lord”un bulunduğu ve bunların başka yedi gezegenin denetim ve evriminden sorumlu olduklarıdır. Daha açık bir ifade ile, kutsal sayılan yedi gezegene kutsallık niteliği kazandıran; teknik özellikleri değil, her birinin Dünya Gözcüsünün de üzerindeki bir derecede bulunan Gözcü ya da Lord’u olmasındandır. Madam Blavatsky yine de bilgi olarak, Uranüs’ün dönüş yönlerinin Güneş sistemindeki diğer gezegenlerin tersi olduğunu belirtmektedir.
20. yüzyılın sonlarından itibaren başlayan New Age-Yeni Çağ hareketi, Uranüs ve Neptün için başka farklılıklar da açıklamaktadır. Bunlardan ilki, Güneş rüzgarlarının ancak Satürn’e kadar ulaşabildiği, Satürn-ötesi bölgeye ulaşamadığıdır. Güneş rüzgarlarının ulaşamadığı Satürn-ötesi bölgedeki Uranüs, Neptün ve Pluton’un güneş sistemine değil, Samanyolu Galaksisine bağlı oldukları ve Samanyolu galaksisi ile güneş sistemi arasında bir köprü oluşturdukları da ileri sürülmektedir.
Dünyanın yedi ayrı bölgesi gibi, yedi ayrı kök ırkının herbirisi de, bu yedi Gözcü’nün birinin ve onun sorumlu olduğu gezegenin doğrudan etkisi altındadır.
Örneğin birinci kök ırk Güneş’in, ikinci kök ırk Jüpiter’in, üçüncü kök ırk Venüs’ün, dördüncü kök ırk Ay’ın ve beşinci kök ırk ise Merkür’ün etkisindedir.
Bunun gibi, insanın yedi unsurundan her birisinin kökeni de yedi Gözcü/Gezegenden birisidir.
Gezegen Zincirlerinin de “gece” ve “gündüzleri” vardır; yaşam süreleri ve ölümleri. Gökyüzünde Dünya’daki insanlar gibi davranırlar: Benzerlerini üretir, yaşlanır ve bireysel olarak yok olurlar ama ruhsal unsurları soylarında yaşamaya devam eder.
Her gezegen zinciri kendisinden önceki bir başka zincirin soyu ve yaratımı, yeniden doğuşudur.
Dünya gezegeni de yedi aşamalı bir evrim süresine sahiptir. Yedi küreden oluşan Dünya Zincirindeki gezegen, Dünya; yedi aşamalı evrim sürecinde prototip boyutundaki birinci, yaratıcı boyutundaki ikinci ve geçiş boyutundaki üçüncü boyutunu tamamlayıp geride bırakarak fiziksel boyut olan dördüncü boyutuna gelmiştir. Bu aşamada, mineral ve bitki aşamaları geçilmiş, insanlık aşamasına gelinmiştir.
Dünya, kendisinden önce dördüncü boyutunu tamamlamış olan ve çözünmeye başlayan bir gezegenden aktarılacak yaşam ve enerjiyi beklemektedir.
Güneşe bağımlı gezegenlerden birisi olarak, dördüncü boyutun birinci döneminde olan Dünya, bu boyutta oluşturması gereken insanları oluşturmak üzere Güneş’ten, bir başka gezegende evrimini tamamlayıp da çekilmiş ve uzayın nötr bir bölgesinde zamanlarının gelmesini bekleyen ruhları ve enerjileri göndermesini ister.
“Parlak Yüz’ün Lordu” diye yakarır Dünya; “Benim evim boş. Bu gezegene de yedi kutsal kıvılcımını gönder. Bilgeliğin Lorduna o yedi oğlunu göndermiştin. O sana benden yedi kat daha yakın ve seni yedi kat daha fazla hissediyor. Ama küçük gezegenlerine senin ışığını ve sıcaklığını yasakladın. Bana oğullarını şimdi gönder. Dzyan Dizeleri II.2”
“Parlak Yüz”, Güneş; “Bilgeliğin Lordu” da Merkür gezegenidir. Çünkü Merkür, Güneşe daha yakın olduğundan Dünya’dan yedi kat fazla ışık ve ısı almaktadır.
Evrenin Kökeni bölümünde; anlatılan ruhsal varlıkların bireysel birer varlık olmadıklarının, sadece enerji ve güç grupları olduklarının vurgulanmasına rağmen; İnsanın Kökeni bölümünde belirtilen ruhsal varlıkların bireyselleştirildiklerini görüyoruz. Gezegenlerin yönetimiyle görevli gezegen ruhları olan “Gözcü”lerden, “Lordlar” olarak bahsedilmekte ve Lordlar başta olmak üzere her gezegendeki ruhsal varlıklar tüm ruhsal varlık hiyerarşisini kapsamaktadır.
Güneş, fiziksel evrende olmasına rağmen güneş sistemimiz içinde Mutlak Bir’den ilk açığa çıkan Logosu temsil eder. Görünen evrenle görünmeyen arasında bir halka oluşturur. Dünyaların oluşturulmasında kozmik nedenler ve emirler sağlar.
Güneşin Logos özelliği yedi ayrı kıvılcımdan oluşan bir alt gruba dağılır ve bu yedi alt-logosun her biri yedi kutsal gezegenin birinden sorumlu “Gözcü”leri oluşturur. Güneşin logosu doğrudan Mutlak Bir’den çıktığı için, kendisinden yayılan Gözcülerden daha üstündür.
Gizli Öğreti’nin yorumlarından birinde, bu yedi Lord için; “Yedi yüce varlık, Dünya’yı yedi ruhsal varlığa yarattırdı” ifadesi vardır. Demek ki, yedi kutsal gezegeni yöneten Gözcü’ler, sadece yaratılışı gözlemlemiş ve denetlemişler; doğrudan yaratmamışlardır.
Yedi gezegenin üzerinde bir konuma sahip olan Güneş’in bir yandan da o yedi gezegenden birisi olarak sayılması yedinci gezegenin bilinmemesinden kaynaklanmamaktadır. Ezoterik düşünce, bu yedincinin Vulcan olduğunu ima etse de, bunun yerine Güneş’i kullanmaktadır. Kutsal yedi gezegen arasında Uranüs ve Neptün’den söz edilmemesi de dikkat çekicidir.
Blavatsky’nin Gizli Öğreti’sinde, bu iki gezegenin kutsal yedi gezegen arasında sayılmamasının nedenleri teknik olarak açıklanmamıştır. Blavatsky’nin gerekçesi, Dünya’nın dâhil olduğu gezegenler sisteminde Logos’un temsilcisi olan sadece yedi “Gözcü” ya da “Lord”un bulunduğu ve bunların başka yedi gezegenin denetim ve evriminden sorumlu olduklarıdır. Daha açık bir ifade ile, kutsal sayılan yedi gezegene kutsallık niteliği kazandıran; teknik özellikleri değil, her birinin Dünya Gözcüsünün de üzerindeki bir derecede bulunan Gözcü ya da Lord’u olmasındandır. Madam Blavatsky yine de bilgi olarak, Uranüs’ün dönüş yönlerinin Güneş sistemindeki diğer gezegenlerin tersi olduğunu belirtmektedir.
20. yüzyılın sonlarından itibaren başlayan New Age-Yeni Çağ hareketi, Uranüs ve Neptün için başka farklılıklar da açıklamaktadır. Bunlardan ilki, Güneş rüzgarlarının ancak Satürn’e kadar ulaşabildiği, Satürn-ötesi bölgeye ulaşamadığıdır. Güneş rüzgarlarının ulaşamadığı Satürn-ötesi bölgedeki Uranüs, Neptün ve Pluton’un güneş sistemine değil, Samanyolu Galaksisine bağlı oldukları ve Samanyolu galaksisi ile güneş sistemi arasında bir köprü oluşturdukları da ileri sürülmektedir.
Dünyanın yedi ayrı bölgesi gibi, yedi ayrı kök ırkının herbirisi de, bu yedi Gözcü’nün birinin ve onun sorumlu olduğu gezegenin doğrudan etkisi altındadır.
Örneğin birinci kök ırk Güneş’in, ikinci kök ırk Jüpiter’in, üçüncü kök ırk Venüs’ün, dördüncü kök ırk Ay’ın ve beşinci kök ırk ise Merkür’ün etkisindedir.
Bunun gibi, insanın yedi unsurundan her birisinin kökeni de yedi Gözcü/Gezegenden birisidir.
..
..
..
..
..
..
..
..
..
..
..
..
..
..
..
..
..
..
..
Fiziksel ve dördüncü boyuta giren Dünya, bu boyutta geçireceği yedi dönemin ilkinde ilkel ateşlerden bir küre şeklinde oluşmuştur. Ne bir katı madde, ne bir form, ne bir renk vardır. Ancak bu dönemin sonunda basit ilkel element ateş hâline gelmiştir. Dünya’nın ilk kabuğu...
İkinci dönemde gerçek varoluşu başlar. Dördüncü döneme gelmeden önceki zamanlarda Dünya, formları oluşturur. Yumuşak taşlar sertleşir (mineraller), sert bitkiler yumuşar (sebzeler).
Görünmeyenden görünen böcekler ve küçük, ilkel canlılar oluşur. Dünya ekseninin eğiminin değiştiği bir çok hâllerde tufanlar ve kaos yaşanır.
Dünya gezegeni daha önceki üç boyutunu tamamlayıp dördüncü boyutuna gelir ama, henüz üzerinde yer alacak kök insan ırklarının yerleşeceği yedi jeolojik gelişme tamamlanmamıştır.
Dünya fiziksel boyutunda birinci, ikinci ve üçüncü dönemlerde asıl amacı olan insanı da yaratmaya çalışmıştır ama tamamen başarısız olmuştur. Kanatlı insanlar, dört ya da iki başlı insanlar, keçi ayaklı ve boynuzlu insanlar, insan başlı boğalar… Kısacası insan ve hayvanın, balığın, sürüngenlerin karışımı olan formlarda sayısız yaratık çıkmıştır ortaya.
Çünkü insanları oluşturacak atom ruhları (Monad’lar) henüz dördüncü seviyede değil, üçüncü dönemlerindedir.
İkinci dönemde gerçek varoluşu başlar. Dördüncü döneme gelmeden önceki zamanlarda Dünya, formları oluşturur. Yumuşak taşlar sertleşir (mineraller), sert bitkiler yumuşar (sebzeler).
Görünmeyenden görünen böcekler ve küçük, ilkel canlılar oluşur. Dünya ekseninin eğiminin değiştiği bir çok hâllerde tufanlar ve kaos yaşanır.
Dünya gezegeni daha önceki üç boyutunu tamamlayıp dördüncü boyutuna gelir ama, henüz üzerinde yer alacak kök insan ırklarının yerleşeceği yedi jeolojik gelişme tamamlanmamıştır.
Dünya fiziksel boyutunda birinci, ikinci ve üçüncü dönemlerde asıl amacı olan insanı da yaratmaya çalışmıştır ama tamamen başarısız olmuştur. Kanatlı insanlar, dört ya da iki başlı insanlar, keçi ayaklı ve boynuzlu insanlar, insan başlı boğalar… Kısacası insan ve hayvanın, balığın, sürüngenlerin karışımı olan formlarda sayısız yaratık çıkmıştır ortaya.
Çünkü insanları oluşturacak atom ruhları (Monad’lar) henüz dördüncü seviyede değil, üçüncü dönemlerindedir.
Doğanın evrim sürecinde kural olarak daima bir denetim vardır. Bir gezegen yedi aşamalı evrim süresindeyken bir üst düzey gezegenin başmelekleri rehberlik eder ve gözetirler. Dünya doğasının bu tür karmaşık yaratıklar oluşturmasının nedeni de, Güneş’ten istediği yardımı alamayan Dünya’nın, üst düzey varlıklardan yardım almaksızın, kendi başına insan oluşturmaya çalışmasıdır.
Bilimin bu yaratma işlemlerine söyleyecek fazla bir şeyi yoktur. Her şeyden önce, doğaya yardımcı olabilecek melekler ya da ruhlara itiraz edecektir; ama eğer Dünya’daki her şey doğanın ve fiziksel evrim yasalarının sonucu ise, ana amaç olan mükemmel insanı yaratma yolundaki bu sapmaların nedeni neydi?
..
..
..
..
..
..
..
..
..
..
..
Lordların Lordu gelir ve suları kurutarak sular ve havayı ayırır: Karaların ortaya çıkışı ve Dünya’nın yukarısında ilk atmosfer.
(Kimdir bu Lordların Lordu? Madam Blavatsky, “Gizli Öğreti” kitabında evrensel karşılık olarak Hinduizm’deki Brahman –bir anlamda Tanrı- kavramıyla eşleştirmektedir ama, Gizli Öğreti’deki karşılığı olan Logos, sadece yaratıcı yüce varlıkları yaymakta ve ondan sonrasına müdahale etmemektedir. Bu bakımdan, madem ki Gizli Öğreti sadece güneş sistemiyle ilgilendiğini belirtmektedir; madem ki Güneş’in ve her gezegenin bir Lord’u -Gözcüsü- vardır ve madem ki Güneş Lordu, gezegenlerin Lordlarından daha yüce bir makamdadır; o zaman Lordların Lordu da Güneş’in Lordudur.)
Bir müddet geçince, Yüce Lordlar (kutsal gezegenlerin Lordları) Ay Lordlarına seslenirler: “İnsanları getirin. Size benzer insanları. Fiziksel bedenleri Dünya tarafından yapılsın. Onlar, erkek ve dişi olsunlar. Dzyan Dizeleri II.12”
Ay Lordları, yedi Ay Lordu inerler ve her birisi kendine verilmiş olan kara parçasına giderek insan formunu yaratmaya başlarlar. Yüce Lordlar geride kalır. Onlar yaratma işlemine katılmazlar.
Ay Lordları, Yüce Lordlar olarak da adlandırılan Gözcü’lerden bir alt düzeydedir. İkili bir beden yapısına sahip olan Ay Lordları, eterik bir beden içerisindeki astral formdadırlar. Bir alt düzeyde düşünülmeleri, insanların bedenlerinin modellerini hazırlamak ve yaratmakla yükümlü kılınmalarıdır.
Bu yüzden, Ay Lordlarının getirmesi beklenen, fiziksel insan bedenleri değildir. İnsanın eterik ve astral bedenlerinin birleşimidir. Kendi formlarına benzer bir formdur. Bu astral beden, ileride fiziksel insanın yedi unsurundan birisi olacaktır.
(Tanrı, insanları kendi suretinde yarattı ?)
Ay Lordları, insanın astral bedenini nasıl getirdiler?
..
..
..
..
..
..
..
..
..
Bilimin bu yaratma işlemlerine söyleyecek fazla bir şeyi yoktur. Her şeyden önce, doğaya yardımcı olabilecek melekler ya da ruhlara itiraz edecektir; ama eğer Dünya’daki her şey doğanın ve fiziksel evrim yasalarının sonucu ise, ana amaç olan mükemmel insanı yaratma yolundaki bu sapmaların nedeni neydi?
..
..
..
..
..
..
..
..
..
..
..
Lordların Lordu gelir ve suları kurutarak sular ve havayı ayırır: Karaların ortaya çıkışı ve Dünya’nın yukarısında ilk atmosfer.
(Kimdir bu Lordların Lordu? Madam Blavatsky, “Gizli Öğreti” kitabında evrensel karşılık olarak Hinduizm’deki Brahman –bir anlamda Tanrı- kavramıyla eşleştirmektedir ama, Gizli Öğreti’deki karşılığı olan Logos, sadece yaratıcı yüce varlıkları yaymakta ve ondan sonrasına müdahale etmemektedir. Bu bakımdan, madem ki Gizli Öğreti sadece güneş sistemiyle ilgilendiğini belirtmektedir; madem ki Güneş’in ve her gezegenin bir Lord’u -Gözcüsü- vardır ve madem ki Güneş Lordu, gezegenlerin Lordlarından daha yüce bir makamdadır; o zaman Lordların Lordu da Güneş’in Lordudur.)
Bir müddet geçince, Yüce Lordlar (kutsal gezegenlerin Lordları) Ay Lordlarına seslenirler: “İnsanları getirin. Size benzer insanları. Fiziksel bedenleri Dünya tarafından yapılsın. Onlar, erkek ve dişi olsunlar. Dzyan Dizeleri II.12”
Ay Lordları, yedi Ay Lordu inerler ve her birisi kendine verilmiş olan kara parçasına giderek insan formunu yaratmaya başlarlar. Yüce Lordlar geride kalır. Onlar yaratma işlemine katılmazlar.
Ay Lordları, Yüce Lordlar olarak da adlandırılan Gözcü’lerden bir alt düzeydedir. İkili bir beden yapısına sahip olan Ay Lordları, eterik bir beden içerisindeki astral formdadırlar. Bir alt düzeyde düşünülmeleri, insanların bedenlerinin modellerini hazırlamak ve yaratmakla yükümlü kılınmalarıdır.
Bu yüzden, Ay Lordlarının getirmesi beklenen, fiziksel insan bedenleri değildir. İnsanın eterik ve astral bedenlerinin birleşimidir. Kendi formlarına benzer bir formdur. Bu astral beden, ileride fiziksel insanın yedi unsurundan birisi olacaktır.
(Tanrı, insanları kendi suretinde yarattı ?)
Ay Lordları, insanın astral bedenini nasıl getirdiler?
..
..
..
..
..
..
..
..
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder