Ezotorik felsefe, deneyimlediğimiz evrenin arkasında sadece tek bir gerçek olduğunda ısrar eder: Geçmişte, şimdi ve gelecekte olan ve olacak her şeyin kaynağı ve nedeni. Her şey, o Yüce Varlık’tan kaynaklandığı için her şeyin aslı da yücedir . En yüceden en ilkel görünene kadar evrendeki tüm olgular o Yüce Varlığın kendisidir, adları ve formları ne olursa olsun.
Bu temel Bir’lik teosofinin temelidir. Ruh ve maddenin, Tanrı ve insanın, iyi ve kötünün birbirlerinden ayrı olduğu ve sonuçta her zaman bir ikilik –dualite- oluşturdukları düşüncesinin Teosofide yeri yoktur. Teosofinin temel yasası, yıldızlardan tek bir atoma kadar doğada görünen tüm yapıların tek ve aynı olduğudur.
Madam Blavatsky’ye göre, Gizli Öğreti evrenin tam bir tanımını veremez. Belki sadece, gerçeğe yönlendirebilir. Yine de, Gizli Öğreti’nin anlaşılabilmesi için her şeyden önce dört ana fikrin gözden asla kaçırılmaması gerekir:
(a) Tüm varoluş, temelde bir’dir. Bu birlik, bir milletin ya da bir ordunun birliği, bir gezegenin manyetik güçler yardımıyla bir başka gezegenle bir olması gibi örneklerdeki genel birlik kavramından farklıdır. Varoluş, TEK ŞEY’dir, birbirleriyle ilişkili şeylerin birleşimi değil. Sadece bir varlık vardır ve bu varlık mutlaktır. Mutlak olduğu için onun dışında herhangi bir varlık olamaz. Bölünemez, çünkü bölünebilen şey mutlak olamaz. Eğer bir parçası bölünürse, kalan parçanın mutlak niteliği kaybolur ve kendisiyle bölünen parçası arasında kıyaslama sorunu olur.
Atom, insan ve evrenin her birisi ve tümü birlikte Mutlak Birliktir. Killi topraktan yapılan çeşitli eşyanın aslının yine kil olarak kalacağı gibi.
(b) Evrende ölü madde yoktur; her şey canlıdır. Uzayda boşluk olarak bilinen yerler de dolu ve canlıdır.
Metafizik düşüncenin aksine, 19. yüzyıla gelininceye kadar gök cisimleri arasında kalan uzay parçalarının tamamen boş olduğu düşünülüyordu. 19. yüzyıl başlarında, ışığın dalgalar halinde yayıldığı ortaya çıktıktan sonra, bu ışık dalgalarının, içinde hareket ettiği bir ortamın olması gerektiği savunularak boşluk olarak bilinen bu uzay parçalarına Ether adı verildi. Ether kavramı zaman zaman bilim insanları tarafından reddedilse de, 20. yüzyılda, başta Albert Einstein olmak üzere birçok bilim insanı tarafından kabul edildi.
Nobel ödüllü İngiliz fizikçi ve matematikçi Paul Dirac’ın (1902-1984) tanımıyla, Ether; nutrinolar içeren, yüksek enerjili parçaçık-altı ortamdır. Albert Einstein daha da ileri giderek; maddenin uzayın (Ether’in) yoğunlaşmasıyla oluştuğunu savunmuştur.
Yine de, Madam Blavatsky’nin Ether kavramı, bilimsel yaklaşımlardan farklıdır.
Blavatsky; Ether’in, evrensel yaratılışın tohumları olduğunu, maddenin gaz, sıvı ve katı hâllerinden farklı bir hâlinde olduğunu ve ateş, hava, su ve toprak gibi dört temel elementin yanında beşinci temel element olduğunu savunmaktadır.
İçinde meleklerin ve gök cisimlerinin alabalıklar gibi yüzdükleri bomboş ve cansız bir uzaydan ya da Ether’den söz edilemez. Sonsuz uzay, gök cisimleri, tek bir atom bile canlıdır ve temelde Mutlak Bir’in bir parçasıdır.
(c) İnsan Mikrokozmos’tur. Öyle olduğu için göklerin tüm hiyerarşisi onun içindedir. Aslında, Makrokozmos ya da Mikrokozmos ayrımı bile yanıltıcıdır; çünkü her şey TEK VAROLUŞ’tur. Büyük ya da küçük kavramları sadece kısıtlı bilinçler içindir.
(d) İçteki neyse, dıştaki de odur; büyük ne ise, küçük de odur, yukarıdaki neyse aşağıdaki de odur.
Madam Blavatsky’nin, şiirsel Dzyan Kitabı’ndan aldığı dizelere dayanarak aynı sırada hazırladığı eseri Gizli Öğreti’nin anlatımına geçmeden önce, aşağıdaki temel bilgilerin de verilmesi faydalı olacaktır.
1- Gerçek bir Teosofist, en yüce ilahî varlığı kişiselleştirmeyi ve ona insansı ya da fiziksel nitelikler atamayı dine ihanet ve saygısızlık sayar ve kişiselleştirilmiş –antropomorfik- bir Tanrı kavramının, O’nu sonsuzluktan sonlu düzeye çekeceğini düşünür.
Teosofi, ilahî gerçeğin mantıksız, tutarsız ve aptalca olamayacağını, bu yüzden; popüler din ve ruhçuluğun tüm inanç ve sistemlerinin ortaya çıkarılması ve sorgulanması gerektiğini savunur. Sorgulamadan kaçınmaz ve dinlerin asıl düşmanlarının, onun inançlarının mantıksız olanlarını sorgulamayanlar olduğunu belirtir.
En önemli konu; ister tek tanrılı, ister çok tanrılı ve isterse tanrısız olsun, tüm inançların temelinde bu evrenin nedeni ve kaynağının mutlak, sonsuz, kısıtlanamaz birisi ya da bir şey olduğudur. Tanrı kavramında bilinemezci (agnostik) ve ateistler bile, evrenin ve içerdiği şeylerin sınırlı değil, sınırsız ve sonsuz bir şeyden geldiğine inanırlar.
Teosofi öğretisi, Mutlak ve Sonsuz olan en yüce ilahî gücün herhangi bir formunun, kişiliğinin, adının; karakteri, duyguları, arzuları, cinsiyeti ve değişebilirliğinin olduğunu düşünmeyi mantıksız sayar.
En yüce İlahî Varlık, insan kavrayışını aştığı için hakkında hiçbir akıl yürütmenin mümkün olmadığı; her yerde ve her zaman olan, ebedî ve değişmez ana kaynaktır. Düşüncenin ulaşamadığı, “düşünülemez” ve “konuşulamaz”, görünen ve kısıtlı olan tüm varlıkların kaynağı Tek Mutlak Gerçeklik. Eskiden olan, şimdi olmakta olan ve gelecekte olacak olan her şeyin kökü: Mutlak Bir.
Mutlak Bir, Gizli Öğreti’de iki yönden sembolize edilmektedir. Bir taraftan, insan algısının yeterli olmadığı Mutlak Soyut Uzay; diğer taraftan, kısıtlanamayan bilinci temsil eden Mutlak Soyut Hareket.
Bizler için değişiklik, hareket ve algılayan birisi olmadan kavranamayacak Mutlak Soyut Uzay, “Yüce Nefes” olarak da adlandırılır ve Mutlak Bir’in sonsuz bilincini temsil eder. Algılayamadığımız için bizlerin hiçlik gördüğü uzayı düşüncelerimizde bile olsa geçtiğimiz zaman, ortaya birbirine karşıt olan iki kavram çıkar: Evrensel Ruh (ya da Bilinç) ve Madde; Özne ve Nesne.
Mutlak Bir’den başka bir tanrısal güç olmadığı için, evrenin nasıl oluşturulacağı gibi bir ön tasarımın ve fiziksel evrende bildiğimiz bilincin de, evrenin oluşturulmasından önce, her şeyin kökeni olan Mutlak Bir’de olması gerekir.
Diğer taraftan, bilinçten ayrı olarak, oluşturulacak evrenin fiziksel maddesinin özü ya da bir anlamda tohumu da, evren öncesinden Mutlak Bir ya da Yüce Nefes’tedir.
Açıktır ki, görünür evrenin ortaya çıkması için mutlak varlığın birbirine karşıt bu iki yönünün birleşimi şarttır. Kozmik madde olmadan, kozmik tasarımın ortaya çıkması mümkün değildir; çünkü bilincin “Ben Ben’im” diyebilmesi ancak bir fiziksel madde aracılığıyla olur. Kozmik tasarım olmadan kozmik madde de boş ve soyut bir kavram olarak kalacaktır.
Görünür evrende ruhu maddeyle, özneyi nesneyle birleştiren, Batı inançlarında bilinmeyen güç, Evrenin Kökeni bölümünde değinilecek olan ve şüphesiz, yine Mutlak Bir’den kaynaklanan Kozmik Enerji’dir: “Fohat”. Fohat, evrensel tasarımdaki fikirleri evrensel maddeye “Doğa Yasaları” olarak yansıtan bir köprüdür. Tüm varoluşun rehber gücüdür ve evrendeki her atomu yaşama geçiren elektriksel kuvvettir.
2- Uzayın sonsuzluğu, birdenbire parlayıp sönen yıldızların ışığı gibi oluşup kaybolan gök cisimleriyle doludur. Gizli Öğreti’nin bu evrensel dönemsellik yasası, doğanın her tarafında görülebilir. Gece ve gündüz, yaşam ve ölüm gibi.
3- Tüm bireysel ruhlar Mutlak Bir’den yansıyan evrensel ruhun birer kıvılcımıdır ve aynı özellikleri taşırlar. Ancak hiçbir bireysel ruh, fiziksel dünyada evrimini tamamlamadan evrensel ruhla birleşemez.
Bireysel olarak her atom ve kollektif atomlar olarak her form, duyularımıza sadece geçici olarak etki eden yanılsamalardan ibarettir. Çünkü sürelidirler. Zamanı gelince çözünecekler ve yeniden o karanlık uzayda kaybolacaklardır.
Mutlak Bir’in her uyanışında verdiği nefesle oluşan ve daha sonra o nefesi yeniden içine çektiğinde kaybolan tüm fiziksel evrenin de bir yanılsamadan ibaret olması gibi...
4- Evrendeki her şey, bilinçlidir; kendi türüne ve kendi algı boyutuna özgü bir bilinçle donatılmıştır. Şunu unutmamalıyız ki, sırf bilinçli olduklarını gösteren bir şey algılayamıyoruz diye; örneğin taşların, bilinçsiz olduklarını söylemeye hakkımız yoktur.
Teosofi asla görünenin üzerinde durmaz, görünenin arkasında yatan görünmez gerçekleri arar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder