Delphi’deki Apollon Tapınağında yazılı olan eski Yunan özdeyişini çoğumuz duymuşuzdur: “ KENDİNİ TANI ”
Bilim, insanın yapısını protoplazmadan itibaren inceleyerek, insanlığın fiziksel geçmişini bildiğini düşünür. Oysa modern zamanın ne filozofu ve ne de bilim adamı, insanı akıl ve ruh yönünden incelemişlerdir. Bu yüzden, insan hakkında elde edilen bilgilerin eksik ve hatalı olması doğaldır.
İnsan ve evren arasında çözülmez bir bütünlük vardır. İnsan mikro düzeyde bir evrendir. Aynı özden gelmekte ve aynı özellikleri taşımaktadır.
Yaşam bilinçtir ama tüm yaşam bilinçleri içinde sadece insan, kendi farkındalığına sahiptir. Sadece insan, gelişimini tamamladıkça evrensel bilince ulaşabilme potansiyeli taşır.
Ruh ve Madde köken olarak tek ve aynı olmakla birlikte dönüşüm aşamasına gelince her ikisi de kendi gelişmesini farklı yönde sürdürür.
Ruh kademeli olarak maddeye dönüşmeye, madde ise saf ruhsal özüne doğru yükselmeye başlar. Negatif ve pozitif kutupların fiziksel dünyada devamlı olarak birbirlerine doğru çekildikleri gibi, evrimin bir yerine kadar ruh ve madde de, birbirlerine doğru çekilirler.
Ruh, gözleri olan ama ayakları olmayan birisine, madde ise ayakları olan ama gözleri olmayan birisine benzetilir. Madde ruhu omuzlarında taşımalıdır ki, her ikisinin birden gelişmesi mümkün olsun.
Gizli Öğreti’ye göre insan yapısı ruhsal ve fiziksel olmak üzere iki ana gruba ayrılır. Ölümlü ve ölümsüz yaşamıyla ilişkili olarak, bu iki grup içerisinde toplam yedi unsur içerir. Birinci grup, kutsal üç unsurdur ve yüksek benlik, evrensel ruh ve kişisel ruh unsurlarından oluşur. Bunlar insanın ölümsüz unsurlarıdır. İkinci grup ise, daha az gelişmiş dört unsuru kapsar: Arzu unsuru, yaşam unsuru, astral unsuru ve fiziksel unsuru. İnsanın ölümlü unsurları.
İnsanın unsurlarında bir başka sınıflandırma, bu unsurların kişisel ya da evrensel nitelik taşımalarına göre yapılır. Her bir insanın kişisel olarak sahip olduğu unsurlar fiziksel, astral ve arzu bedenleriyle yine kişisel olan ruhlarıdır. Evrensel unsurlar ise Logos’a eşdeğerli olan Yüksek Benlik ve Evrensel Ruh’tur. Her bireyin evrensel ruha ve Logosa ulaşabileceği söylenemez. Evrensel ruha kavuşma ve onun bir parçası olma ancak; kişinin, ilgili bölümde anlatılacak karma ve reenkarnasyon döngüsünden kurtulabilmesi ile ya da daha basit bir anlatımla, kendisini fiziksel dünyayla olan bağlarından tamamen koparmasıyla mümkün olur.
İnsanın kişisel ve evrensel unsurları en az gelişmiş olanından başlayarak, şunlardır:
Birinci Unsur : Fiziksel Beden (Sthûla Sharîra)
Kabuktan başka bir şey değildir.
İnsanın fiziksel bedeni, yedi unsurundan en alt düzeydekini oluşturur ve görünen bedendir. Amacı, moleküler etkinlikler yoluyla insanın bilinç merkezi ya da ruhu ile maddesinin ilişkisini sağlamaktır.
Beyin ve sinir sistemiyle beş duyu organı, bulunduğu koşullar altında varlığını sürdürmek için çeşitli etkinliklerde bulunur. İnsanların olduğu gibi hayvanların, bitkilerin ve taşların bedenleri de, bakteri vs. gibi, herhangi bir mikroskobun göremeyeceği, gözlemleyemeyeceği tür canlılardan oluşur. ( Gizli Öğreti’nin ilk kez bundan 127 yıl önce, 1888 yılında yayınlandığına dikkat ediniz.)
Tüm varlıkların fiziksel ve kimyasal yapı taşları aynıdır. Aynı görünmez canlılar hem dağın ve hem de papatyanın, hem insanın ve hem de karıncanın, hem filin ve hem de ağacın yapısındaki atomları oluştururlar.
Evrendeki her atom ve molekülse, aynı zamanda hem yaşam ve hem de ölüm vericidir
Yaşamın yapıcı enerjisi altında bu görünmez canlılar hücreleri ve bedeni oluştururlar. Bunlara yaşam enerjisinin sağlanması durduğunda, yok edici elementler haline gelirler; inşa ettikleri hücreler dağılır ve böylece beden parçalara ayrılır.
Fiziksel bilinç hücrelerin ve moleküllerin bilincidir. İhtiyaç duyduklarını kandan alarak, ihtiyaç duymadıklarını reddetmeleri bu öz bilinçlerinin göstergesidir. İşlemler insan olarak bizim bilincimizin yardımı olmaksızın sürüp gider. Ruhbilimciler tarafından “bilinçdışı bellek” olarak adlandırılan bellek, doğrudan ve sadece bu hücre ve moleküllerin belleğidir.
Bizim hissettiklerimiz, hücrelerimizin hissettikleri değildir. Bir yaranın ağrısı beynimiz tarafından hissedilir ama moleküllerin oluşturdukları hücrelerin bilinci, ağrıyı hissetmeksizin hasar gören dokunun tamiri için harekete geçer. Beynimiz bilincine varmasa bile hücrelerin belleği aynı işlevi sürekli olarak tekrarlar.
Ruh, bu bedenin içinde iyi ya da kötü nedenler yaratarak sonuçlarını gözlemler. deneyimler ve böylece bilgi ve bilgelik kazanır. Bu bakımdan, beden için ruhun okuludur denilebilir. Bedenin işlevi, ruhu moleküler bilinç alanına getirmektir.
Beden, duyulardan elde edilen algıların, ya da duymak, işitmek, tatmak, koklamak ve dokunmak gibi deneyimlerin kazanıldığı bir yapı değildir. Bu duyguların hiçbirisi fiziksel bedende yer almaz, daha içte bulunan astral beden tarafından algılanırlar.
Duyuların merkezinin bedende olmadığını gösteren bir örnek, hipnozdur. Hipnoz halinde, hipnotize eden, deneğin gerçekte olmadığı halde belirli şeyler işitmesini, koklamasını vs. duyumlar algılamasını sağlar. Hatta, bir kişinin başını değil de sadece şapkasını görme talimatı alınca, denek, sadece havada asılı duran bir şapka görür. Eğer duyuların merkezi beden olsaydı şapkalı kişiden gelen ışık titreşimleri retinadan beyine intikal ettirilecek ve fiziksel beyin hücreleri, kişinin tam görüntüsünü görebilecekti.
Fiziksel bedenin ölümü, beden bütünlüğüne ait yaşam enerjisinin hücreleri terk ederek kendi hâllerine bırakmasıyla oluşur ve artık koordine edilmeyen sayısız hücreler birbirlerini dağıtmaya başlayınca bedenin tümünde çürüme başlar. Beden artık düzenlenemeyen, dağınık yaşamların girdabı haline gelir ve bu yaşamların uyumlu çalışmaları ortadan kalktığı için yok olur. Doğada hiçbir şey yok olmayacağı için, çürüyen bir bedendeki bakteri gibi canlılar ve kimyasallar da, yeniden doğaya karışır.
..
..
..
..
..
..
..
..
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder