Evrenin oluşumu ile ilgili olarak modern bilim, “Big Bang/Büyük Patlama” teorisini geliştirmiştir. Bu teori, evreni oluşturan maddenin, evrenin oluşmasından önce tek bir noktada toplanmış olduğunu belirtmektedir. Bu noktadaki basınç muazzam büyüklüktedir. Bir yıldızın, yeniden patlayarak bir super nova oluşturmasından önce kendi içine çökmesi ve çok küçük bir noktada düşünülemeyecek kadar yoğun bir madde oluşturarak patlaması gibi. Evren öncesi noktada yoğunluk ve basınç o kadar artmıştır ki, sonuç büyük bir patlamayı, “Big-Bang”i oluşturmuştur.
Teosofi, kişiselleştirilmiş bir tanrı ya da yaratıcıyı değil; doğa ya da yaratılış yasalarına neden olan süreç ve prensiplerini öğretir. Yaratılışın başlangıcında ilahî bilinç potansiyelinin kendisini fiziksel boyutta ifade edebilmesi için birtakım “varlık”ların da görev aldıklarını ve bunların belirli bir hiyerarşi altında sınıflandırılmış olduklarını savunur. Çeşitli din ve inanışlar, bu varlıklara kendi anlayışlarına uygun olarak adlar vermişlerdir. Bu varlıklar, örneğin Kabala’da Elohim; Hristiyanlıkta Yedi Kutsal Ruh ve Başmelekler; Yunan mitolojisinde ise Olympus tanrıları olarak bilinmişlerdir.
Teosofi de; Mutlak Bir’den kaynaklanan doğa yasalarını uygulayarak fiziksel evrenin oluşturulmasında ve evriminin gözetilmesinde görev alacak ruhsal varlıklar ve güçlerin bulunduğuyla aynı fikirdedir. Ancak; evren öncesi, Mutlak Bir pasif durumdayken, ne bir bilinç, ne ışık ve ne madde vardır ortada. Bunların hepsi, bir potansiyel olarak Mutlak Bir’de saklı beklemektedir.
Evren öncesinde ruhsal varlıkların da yokluğu; bilemeyeceğimiz, tanımlayamayacağımız Mutlak Bir’in bir parçası ve O’nun içinde saklı oldukları içindir. Çelişki gibi görünse de, bir şeyin kayıp olması ve yine de hâlâ var olması düşüncesi Doğu felsefesine aykırı değildir. Doğada, kimyasal birleşimlerde örnekleri vardır. Örneğin; hidrojenin ve oksijenin su oluşturmak için birleşmelerinde. Bazıları, suyun ayrıştırıldığında yeniden ortaya çıktıkları için hiçbir zaman gerçekten yok olmadıklarını; bazıları ise hidrojen ve oksijenin artık başka bir maddeye dönüşerek yok olduğunu savunurlar. Oysa hangi şartlarda olurlarsa olsun, hidrojen ve oksijen her zaman var’dırlar.
..
..
..
..
..
..
..
..
..
..
..
..
..
..
..
..
İleride evrenin maddesini oluşturacak madde özü de, karanlık uzayda bulunmakta; fiziksel evrende var olmak için yaşam ya da ışık ışınının kendisine dokunmasını beklemektedir. Dzyan dizelerindeki tâbirle, “Anne Lotus henüz kabarmamıştır”. Yâni, evreni oluşturacak madde özü yumurtası henüz döllenmemiş, doğurmaya hazırlanmamıştır.
..
..
..
..
..
..
..
..
Evrende hiçbir şey, insanlar da dahil, sadece fiziksel yapıdan ibaret değildir. Her şeyin fiziksel yönü olduğu gibi, ruhsal yönü de vardır. Ruhsal yapıyla fiziksel yapı arasındaki bağ doğrudan değil, astral yapı denilen, malzeme olarak yoğunluğu normal şartlarda görülemeyecek derecede düşük ve fiziksel yapıyla aynı formda olan bir başka yapı ya da bedenle sağlanır. Astral boyut, fiziksel boyutla ruhsal boyut arasında bir geçiş boyutudur. İşte Lotus çiçeğinin çamura batmış olması fiziksel boyutu, suyun içerisinden geçen dalları astral boyutun varlığını ve çiçeğinin su üzerinde göklere doğru açılması da ruhsal boyutu sembolize eder.
Doğanın erkek ve dişi unsurlarını, ruh ve madde özlerini taşıdığı için Baba ve Anne olarak nitelendirilen uzay, henüz bu unsurları birleştirerek fiziksel evreni, Oğul’u oluşturmamıştır. Baba, Anne ve Oğul birliktedir, birdir.
Dünyadaki inanç sistemlerinin hemen tümünde var olan, “Bakire anneden doğan Tanrı oğlu” kavramının kökeni işte budur.
Evrenin şafağında, önce, bilinmeyen karanlıklar içinde kozmik öz maddeden oluşan görünmez giysilerine bürünüp uyumakta olan Mutlak Bir’de ve dolayısıyla uzayda titreşim başlar. Kozmik öz madde kabarır ve içeriden dışarıya doğru bir çiçeğin tomurcuğu gibi açılır. Bu açılma ya da genişleme boyut olarak büyüme anlamında değildir; çünkü sonsuzluk daha fazla genişleyemez. Açılma ile kastedilen, değişimdir.
Evren henüz oluşmaya başlamamıştır ama, karanlık uzay ve içerisinde gizli olan fiziksel madde cevheri artık bir evrene hayat vermeye hazırlanıyordur.
Titreşim tüm sonsuzluğu ve onun içindeki madde özünü de kapsar ve yine birçok inanışta “uyuyan suyun üzerinde nefes alan karanlık” olarak sembolize edilir.
(Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı'nın Ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu. İncil, Yaratılış Bölümü 1-2)
Titreşim ve tomurcuk gibi benzetmelerle anlatılmak istenen; hareketsiz uzayın artık kendisindeki bilinç ve madde özünü açığa çıkarmaya hazır olduğu ve bunu başlatacak ışınımı beklediğidir. Bu ışınım, Logos’tur. Teosofi öğretiminde çok sık kullanılan kavramlardan birisi olan Logos, çoğu zaman karmaşık ve yanlış değerlendirilmektedir. Yapılan en büyük hata, bu kavramın erkek bir kişi olarak ya da bir çeşit bireysel varlık olarak düşünülmesidir. Madam Blavatsky’nin öğretisi ve ezotorik felsefenin bilgeleri Logos’a farklı şekilde yaklaşırlar.
“Logos”, Yunan kökenli bir kelimedir ve konuşma, sözcük ve ses anlamlarında kullanılmaktadır. Teosofi açısından “Logos” sözcüğü pasif, sessiz ve saklı Mutlak Bir’in kendisini ifade etmesi olarak kullanılır.
Evrenin oluşturulması için logos/bilinç şarttır, çünkü mutlak ve değişmez yapısıyla Mutlak Bir’in herhangi bir şey oluşturması mümkün değildir. Aslında, bir evren oluşturulup oluşturulmaması da ilahî bir arzunun ya da bilinçli bir zekânın değil, otomatik olarak kendiliğinden devreye giren döngü ve evrim yasalarının sonucudur.
Kozmik bir bilgisayarın programlanmış olması gibi, evren de kendi yasası gereğince periyodik olarak defalarca oluşur, gelişir ve çözünerek yine Mutlak Bir’e döner.
Hristiyanların kutsal kitabında geçen “Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı’yla birlikteydi ve Söz Tanrı’ydı. Başlangıçta O, Tanrı’yla birlikteydi. Her şey O’nun aracılığıyla oldu, var olan hiçbir şey Onsuz olmadı. Yaşam Ondaydı ve yaşam insanların ışığıydı- Yuhanna 1.” âyetlerindeki “Söz”, işte tam da bu Logos’tur. Teosofide Merkezî Ruhsal Güneş ya da Büyük Merkezî Güneş olarak da adlandırılan Evrensel Logos.
..
..
..
..
..
..
..
..
..
Birinci Logos’tan varoluş-öncesi madde özüne gelen ilk ışın, bu madde özünde farklılıklar yaratmaya başlar. Artık madde özü, Ether ya da Esîr dediğimiz; insanın beş duyu ile algılayamadığı; maddenin katı, sıvı ve gaz hâllerine göre yoğunluğu daha az, titreşimi daha fazla ve daha akışkan bir hâline dönüşmüştür. Birinci Logos uzay-zamanın dışındaki ışınımdır. Gizli, potansiyel ve ortaya çıkmamış Logos’tur.
Teosofinin öğretilerinde zaman zaman, ortaya çıkmamış birinci Logos’un, insanın en yüce unsuru olan Atman’la ve Mutlak Bir’le eşdeğer olduğu belirtilmektedir. İlk bakışta aykırı görünse de, başka bir şeyin açık bir göstergesi olduğu ima edilmektedir.
İkinci Logos, birinci logosun kendisidir ama ancak Üçüncü Logos’la kendisini gösterir. Çünkü bir yandan madde ve evren öncesi birinci Logos’a, diğer yandan maddeyle birleşecek Üçüncü Logos’a bağlıdır. Bir anlamda zaten tek olan Logos’un geçiş hâlidir. Hem evren öncesi ve hem de evrenin oluşması sonrasındaki ideal planları ve evrendeki her şeyin ilk örneklerini içeren Evrensel Akıl ve Kozmik Tasarım’dır. Birinci Logos, gizli potansiyel; İkinci Logos farklılaşmış bilinç, Üçüncü Logos ise kozmik kuvvetlerdir.
Üçüncü Logos, Ether’i kapsayan ışık ve yaşamdır. Sonsuzluğun içindeyken yeniden beliren zaman’dır. Teosofide Merkezî Ruhsal Güneş ya da Büyük Merkezî Güneş olarak tanımlanır. İşte bu merkezî güneşten, prizmadan yayılan ışınlar gibi yedi ışın, yedi güç ya da yedi kuvvet yayılır ve daha sonra sayısız ruhsal hiyerarşilere ayrılırlar. Üçüncü Logos, aslında bu yedi ışının sentezidir.
Kısaca, Mutlak Bir’in ışınımı olan Birinci Logos yumurtayı dölleyecek tek ışığı gönderdikten sonra yedi oğulla birlikte yeniden yayılmaktadır. Karışıklığa neden olabilecek fark şudur: Birinci Logos, Mutlak Bir’in, radyasyon gibi “ışımasıdır” ve ışınım, Mutlak Bir’le birliktedir. Oysa Mutlak Bir’den “yayılan” Üçüncü Logos, artık Mutlak Bir’le birlikte değildir, ayrılmıştır. Artık açığa çıkmamış Mutlak Bir’le değil, açığa çıkan madde ve evrenle ilgilidir.
Yedi ışın, evrensel Logos’un özünü taşır ve fiziksel evrendeki yedi ezoterik gücün toplamıdır. Ezoterik/Gizli sözcüğü karanlık ya da kötü anlamlarında değildir. Ancak, 20.yüzyılda Hristiyan Kilisesi, genel olarak ezoterizmi bir tehdit olarak görmeye başlamış ve onu kötülükle ve kara büyüyle eş saymıştır.
Sankristçede bu yedi gücün adları da sayılmakla birlikte bu isimlerin tümü de mistik, bilincin farklı durumlarını gösteren isimlerdir.
Yedi ışının renkleri doğanın yedi ana rengiyle uyum içerisindedir ve bu renkler, insan vücudunun yedi çakrası ile de ilgilidir. Her bir çakra, yedi ışının birisinin yoğunlaştığı organı gösterir.
İnsanlıkla önemli ve doğrudan bağlantıları ele alındığında bunlar, ruhsal/ilahî varlıkların (Dhyan-Chohanlar/Başmelekler) yedi hiyerarşisini ifade eder ve güneş sistemi içindeki yedi kutsal gezegeni yönetirler. Belirli yedi gezegenin kutsal gezegen sayılması, gezegenimiz için taşıdıkları özel önem ve bu gezegenlerden sorumlu ruhsal varlıkların bizim gezegenimizden sorumlu ruhsal varlıktan derece olarak daha üstün olmaları nedeniyledir. Kutsal sayılan bu yedi gezegen (Gökküre), Güneş, Venüs, Merkür, Mars, Jüpiter, Satürn ve Ay’dır.
Gizli Öğreti’de Dhyani-Buddha olarak adlandırılan bu yedi güç, dinlerdeki Kumara, Başmelek ya da Elohim’le aynı kavramlardır.
Evrenin tümü, neredeyse sonsuz denilebilecek kadar değişik hiyerarşiden oluşan ruhsal varlıklar tarafından yönlendirilir ve kontrol edilir. Varlıkların hiyerarşisinde her grubun çalışması, sorumluluk ve görev alanı bir üst grup tarafından belirlenir.
Bu varlıkların her biri, ya bir önceki evrensel döngüde ya da içinde bulunduğumuz evrensel döngüde mükemmelliğe ulaşmış olan insanlardır. Onlar, tamamen dünyasal özellikler olan kişilik duygusundan ve insanın duygusal yapısından arınmışlardır. Mükemmel insanların artık o tür duyguları yoktur. Çünkü ruhlarına yük olan etten kemikten bedenleri artık yoktur ve fiziksel dünyanın yanılsamasından daha az etkilenmektedirler.
Bu aşamada, kozmik tasarım anlamındaki Logos ve daha sonra madde olacak kozmik öz birbirlerine bağımlıdırlar ve Ether olarak adlandırsak bile, bizler için soyut kavramlardır. Çünkü henüz ortaya çıkmamış maddenin ne olduğunu kavrayabilmemiz mümkün değildir. Maddeye dokunduğumuz zaman, onu oluşturan homojen, yapısı değişmeyen öze de dokunur ama hissedemeyiz, koklar ama onun orada olduğunu anlayamayız.
Üçüncü Logos’la birlikte, ileride oluşacak evrenin tasarımı ve fiziksel maddenin özü hazırdır ama herhangi bir değişim, oluşum yoktur. Çünkü tasarım ve maddeyi birleştirecek güç yoktur. Evren-öncesi tasarımın bireysel bilinçlerin tümünün kökeni olduğu gibi, maddeyi oluşturacak öz de tüm maddenin temelidir.
Fiziksel evrenin var oluşu için, birbirlerine zıt olan bu iki unsurun birleştirilmesi gereklidir. Madde özünden ayrı olarak, tasarım ya da Logos’un kendi bilinci olamaz; çünkü bilinç kendisini ancak madde aracılığıyla tanıyarak “Ben, ben’im” diyebilir. Bilinç olmadan madde özü de boş, soyut bir kavram olarak kalacaktır. Fiziksel evreni oluşturmak için bu ikilinin etkileşimi olması gerekir.
Özne ve nesne, ruh ve madde arasındaki ilişkiyi sağlayacak, bir anlamda ikisi arasında köprü olacak şey, bilinçli kozmik enerji olan Fohat’tır. Kozmik tasarımın dinamik enerjisi. Bu, ruh ve madde arasındaki bağlantıyı sağlayarak her atomu harekete geçiren mistik enerjidir.
Evren birdenbire tamamlanmış olarak ortaya çıkmaz. Evrenin ortaya çıkması, çok hassas ve dikkatli evrim süreçlerinden sonra gerçekleşir. Varoluş, Evrensel Logos’un kendi içinden yaydığı Fohat’ın yardımını gerektirir. Logos evrenin ve içerdiği her şeyin ışığı ve yaşamı, bir anlamda “bedenidir” ama, onu harekete geçiren; doğası ve eylemleri ancak Evrensel Elektrik olarak tanımlanabilen Fohat’tır.
Fohat’tan, Logos’un Işığı ya da Akıl’dan doğan ışık olarak da söz edilir. Oğulun Oğlu diye de adlandırılır. Çünkü Logos’un ışığından kaynaklanan bir enerjidir. İlahî Oğul olan Logos ortaya çıktığı zaman Fohat da ortaya çıkar ve madde özünü atomlar hâline getirerek toplar ve birleştirir.
Fohat’ın makro düzeyde dünyamızla ilgili ilginç bir özelliği; kuzey ve güney kutuplarının, kozmik ve dünyasal yaşam ve elektrik merkezlerinin depolanıp dağıtıldığı yerler olmasıdır. Aurora Borealis denilen Kuzey Kutbu Işıkları ve Aurora Australis denilen Güney Kutbu Işıkları da Fohat enerjisiyle doğrudan ilgilidir.
Logos’un ışınıyla aydınlanan uzay karanlığı artık aydınlanmış; uzay çok düşük yoğunluklu Ether olmuştur. İlkel madde özü soğuk, renksiz, şekilsiz ve tatsızdır. Ama o homojen madde, ileride evrenin temel elementleri olacaktır. Henüz, gaz halindedir. İlkel madde özünü içeren bu gaz, ezoterik felsefede para-hidrojenik (hidrojen ötesi), para- oksijenik ve ozonik durumdadır.
..
..
..
..
..
..
..
..
..
..
..
..
..
Evrenin oluşmasından önceki dönemi özetlersek :
1- Karanlık uzayda Mutlak Bir kozmik maddenin özüne bürünmüş olarak “uyumaktadır. Bilinç, madde özü, ruhsal ve fiziksel her şeyin kökenini içinde taşımakta ama bunların hepsi de hareketsiz, pasif durumdadır.
2- Zamanı gelince “uyanarak”, ışımaya başlar. Işınımı Birinci Logos’tur. Karanlık uzay aydınlanmıştır.
3- Birinci Logos, kendi içinden bir ışını ait olduğu uzaydaki ebedî yumurtaya göndererek onu döller. Aynı Logos, Üçüncü Logos olarak bu kez, daha sonra sayısız ruhsal hiyerarşiye ayrılacak yedi yüce güçle uzaya yayılır.
4- Üçüncü Logos, madde özüne de canlılık vererek Esîr ya da Etheri oluşturmuştur ama, henüz hareket yoktur.
5- Üçüncü Logos, Kozmik Yaşam Enerjisi olan Fohat’ı doğurur.
6- Kozmik Yaşam Enerjisi (Fohat), üst düzey ruhsal varlıklarda bulunan kozmik tasarıma uygun olarak, kıvılcımlarla maddenin özünü tetikleyecek ve maddeyi oluşturacak konumdadır.
7- Gelinen bu nokta, evrenin “Sıfır Noktası”dır. Sıfır noktası, eski simyacıların da kullandığı bir kavramdır ve görünmeyen, bilinmeyen maddenin ortaya çıktığı zamandır.
8- Mutlak Bir’in, uyandığında ışımaktan ve daha sonra kozmik tasarımı ve doğa yasalarını vererek yedi yüce ışın yaymaktan başka hiçbir eylemi olmamıştır. Sıfır noktasından sonra da evrene doğrudan hiçbir müdahalesi olmayacaktır.
Evrenin başlatılmasında ve evrenin oluşturulmasında, hiçbir zaman “yoktan var etme” anlamında bir yaratma söz konusu değildir. Sadece içten dışarıya doğru dönüşme ve çıkarma vardır.
Yukarıda “Ruhsal varlıklar” tâbirinde olduğu gibi, belirli güçlerin “varlık” olarak tanımlanması, bazı Doğu inanışlarında varlık olarak kabul edilmelerinden ve anlatımda kolaylık sağlamasından kaynaklanmaktadır. Yoksa, ruhsal varlıklar, insansı ve bireysel kavramları değil, bir bilinç, güç ve enerji grubunu temsil ederler.
Evrenin oluşmaya başlaması ve genişlemesi, ilk maddeye ateşin nefesinin değmesi olarak sembolize edilir. Buradaki ateş, ağzından ateşler çıkaran ejderhaya benzetilen Kozmik Yaşam Enerjisi Fohat’tır. Kozmik Yaşam Enerjisi, ilk maddeye enerji ve ısı vererek onu atomlar haline getirir; kendi hareketine paralel olarak onları da spiral bir hareketle dağıtır ve nebulayı oluşturur. Nebulanın sürekli olarak spriral bir şekilde dönmesi, kozmik maddenin merkezî bir kütle etrafında toplanmasına ve galaksilerin, yıldızların ve gezegenlerin oluşmasına yol açar.
- Madde özünden nebulaya, galaksilere, yıldızlara, gezegenlere, elementlere, mineral, bitki, hayvan ve insanlara kadar uzanan oluşum süreci tamamen doğa yasalarına göre işler.
- Doğa yasaları, doğrudan Logos’un ve dolayısıyla Mutlak Bir’in değişmez yasalarıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder