13 Şubat 2016 Cumartesi

ÖLÜM

"Ölümün sırlarına sahip olanlar, yaşamın anahtarına da sahiptirler”

Bir öyküye göre; Hristiyan bir misyoner, dine davet etmek üzere bir gece İngiltere’de Saxon kralının sarayına gitmiş ve konuşmaya başlamış. Konuşurken sıra tam da ölüme ve ahirete gelip dayanınca nasıl anlatabileceği endişesiyle bocalarken, açık bir pencere bulan bir kuş, dışarıdaki karanlıktan salona dalmış. Huzurdakilerin şaşkın bakışları arasında salonda bir o yana bir bu yana uçup durmuş ve daha sonra, girdiği pencereden çıkıp yine gecenin karanlığında kaybolmuş.

İşte o zaman misyoner; ruhun da, karanlık olduğu için bilemediğimiz ama belki de gerçekte çok aydınlık olan bir yerlerden dünyaya gelip, yine bilemediğimiz o dünyaya gittiğini söylemiş.

..
..
..
..
..
..
..

Edebiyatta, sanatta ve dinlerde ölüm, en önemli tema olmuş ve bu kavram, her zaman ürkütücülüğünü korumuştur. İnsanların akıllarındaki soru hiçbir zaman cevaplanamamıştır: İnsan nereden gelir, nereye gider?

Madam Blavatsky’nin tanımına göre ölüm; fiziksel bedenden yaşam unsurunun çıkması ve bedenin astral bedenle birlikte çözünmesidir. Bundan sonra, arzu boyutunda hayvansal akıl ve kişisel ruhun ayrılması gelir.

Fiziksel bedenin ölümünden sonra neler olduğu hakkında çeşitli ve bazan birbirlerine aykırı düşünceler, teoriler, inançlar ve öğretiler vardır. Bazıları da neler olduğunu hiç kimsenin bilemeyeceğinde ve üretilen fikirlerin tümünün de sadece teori olduğunda ısrar ederler. Çoğumuz da bilinemezliği konusunda aynı fikirdeyizdir. Teosofi bu yüzden, ölüm sonrası neler olduğuyla da özel olarak ilgilenir.

Gerçeğin ne olduğunu bilenler vardır ve bu gerçek Teosofinin tüm dinlerin temelinde yatan öğretilerde görülebilir. İnsan ırkının bu gerçeği “bilenleri”; ezotorik öğretinin tümüyle ve bozulmadan saklanması konusunda gözcülük yapan Ustalar, Ruhsal Bilgeler’dir: 19. yüzyılın sonlarında bilinen kimlikleriyle Bilge Koot Hoomi ve Bilge Morya. Her ikisi de Trans-Himalaya Kardeşliği üyesi idiler. Bilgilerin dünyayla paylaşılması bunlar tarafından başlatılan Teosofik Hareket ve H.P. Blavatsky’nin eserleriyle sağlanmıştır. Madam Blavatsky’nin kendisi de, insanlığın ruhsal evrimini ve gelişimini gözetleyip kollayan ezoterik Kardeşlik’in doğrudan görevlisi ve temsilcisidir.

İnsan bedeni sürekli olarak hem yenilenme ve hem de çürüme içindedir. Geçen her saniye küçücük moleküller onu terk eder, başka moleküller onların yerini alır. Evrende hiçbir şey yok olmadığı için, çürüyen ve ortama dağılan moleküller maden, bitki, hayvan ve insan gibi formların inşa edilmesinde kullanılır.

Bedenin yaşadığı süre içinde doğan ve ölen moleküller insanla ortamı arasında sürekli bir köprü oluştururlar. Yaşam sürecinde her hücrede işlev gören ve koordinasyon göreviyle bedenin bir bütün olarak yaşamını sürdürmesini sağlayan yaşam kıvılcımları bedeni terk ettiğinde, dağınık ve amaçsız kalan moleküller sağa sola saçılır, birbirlerine girer, birbirlerini yok etmeye başlarlar. Ancak beden hareketsiz ya da cansız değildir; aksine beden içindeki hareketler hiç olmadığı kadar fazla ve hızlıdır ama, artık beden diye bir bütünlük kalmamıştır. Hücreleri canlı tutan bakteriler, bu kez onu parçalamaya başlamışlardır. Bedenin bir bütün olarak koordinasyonunu ve kontrolünü sağlayan Astral Beden (Linga Shârira), bedenle arasındaki kordonu tamamen koparmış durumdadır.

Alt Akıl ve duygusal yaklaşımımız bizim neredeyse tamamen maddî amaçlar içinde yaşamamıza neden olur. Çünkü anladığımız sadece madde ve görünen dış dünyadır. Öldü olarak tanımladığımız, işte bu dünyaya bağlı olan bedensel ve fiziksel unsurlarımızdır. Dünyadaki kişiliklerimiz olarak bildiğimiz şeyler gerçekte sadece geçicidir. Asıl kişiliğimiz, birçok yaşamlarda deneyim kazanmış ruhumuzdur.

Teosofi bize, ölümle sevdiklerimizden ayrılışımızın da gerçek olmadığını ve sahte bir görüntüden ibaret olduğunu anlatır. Aslında öğrenmemiz gereken, sadece ölenlerle değil yaşayan ama bizlerden uzakta olan kişilerle de olan ruhsal bağlarımızı sürdürmeye çalışmaktır.

Ölümle terk ettiğimiz fiziksel bedenimizin arkasındaki ruhsal gerçekliği keşfettiğimiz taktirde, ölümsüz benliğimizin bilincine varır ve ona kavuşmak için yaşarız. Eğer başarabilirsek, şimdi, tam da bu anda, ölümsüz ruhumuzdaki tüm anılarımıza kavuşuruz. İşte o zaman sevdiklerimizin gerçek kişiliklerini tanır ve bedensel gözlerimiz görmese de onları görür, bedensel kulaklarımız işitmese de onları işitiriz. Bize ölümü yenme başarısını veren, ruhsal kimliğimiz ve sevdiklerimizin ruhsal kimliği hakkındaki bilgimizdir.

Eğer uyarılmış ruhsal yeteneklerimizle ölümün önündeki perdeyi kaldırabilirsek, onun daha yüksek bir boyutta daha yüksek bir varoluşun girişi olduğunu ve sevdiklerimizle her zaman birlikte olabileceğimizi anlarız.

Uyku ile ölüm arasındaki benzerlik tüm düşünürleri etkilemiştir. Ölüm, daha büyük ve daha derin ölçekteki bir uykudur. Hepimiz uykunun geçici bir durum olduğunu anlar ya da anladığımızı düşünürüz ama, fiziksel yaşamla ilişkisi olmadığı için ölümü yaşamın sonu olarak değerlendiririz.

Teosofide ölüm son değil ruhsal insanın daha yüksek bir boyutta doğumudur. Doğum ve ölüm, her şeyin sonsuz döngüsünde periyodik olarak yer alan ritmik olaylardır.

1929-1942 yılları arasında Amerikan Teosofi Derneği Başkanı olan teosofist Guy de Purucker şöyle söyler: “Size söylüyorum, kardeşlerim; her biriniz, doğru anahtar verilince uykunun ve ölümün sırlarınını çözebilirsiniz. Çünkü uyku ve ölüm, fiziksel ve ruhsal olarak kardeştirler. Ölümde de, geceleri yatağımıza uzandığımız ve uyku olarak adlandırdığımız harikalar diyarına daldığımız zamandakine benzer şeyler olur. Uykuda ne oluyorsa ölümde de mükemmel bir şekilde aynısı olur; ölümde ve ölüm sonrasında ne oluyorsa, uykuda da yine mükemmel bir şekilde aynısı olur.”

 ..

..
..
..
..
..

 Neden öldüğümüze gelince... Ölürüz; çünkü birer ruhsal varlıklarız. Bu dünyadaki yaşam, evrimimizin sadece bir parçasıdır. Ruhlarımız görünmez ruhsal dünyalara aittir ve dünyaya sadece geçici olarak gelirler. Ruhsal varlığımız dünyaya defalarca gelir ve her gelişinden sonra kendi evine biraz daha gelişmiş olarak geri döner.

İçimizin derinliklerinde, ruhsal benliklerimiz geldiğimiz yerin çağrısını her zaman duyar. Öyle bir zaman gelir ki, et ve kemik artık bir yük olmaya başlar. Yavaş yavaş, ruhumuz dünyaya ait varlığından kopmaya başlar ve asıl evine doğru yola çıkmak için hazırlanır.

Ölüm, algıladığımız şeylerden çok daha fazlasını ifade eder; ruhsal kişiliğimizin sadece bedenlerimizi terk etmesi değildir. Dünyevî duygulardan oluşan psikolojik unsurlarımızın da aşamalı olarak terk edilmesi gerekir.

Ölüm ve yaşam, evrenin periyodik özelliğinin bir göstergesidir. Tüm yaşam iki kutupludur; pozitif ve negatif. Her şey bir sarkaç gibi salınır; gece ve gündüz, sıcak ve soğuk, uyumak ve uyanmak vb. Doğum ve ölüm de birbirini sürekli olarak takip eder. Önemli olan; her düşüncenin ve hareketin karşılığını bulacağını ifade eden karma yasasının istisnasız herkese, peygamber de dahil uygulanacak olması ve insanların, kim olurlarsa olsunlar yaşamı ve ölümü birçok geliş- gidişlerle deneyimleyecek olmalarıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder